Sırrı Süreyya Önder, Türkiye’de kolay kolay tanımlanamayacak isimlerden biriydi. Bir yere koymak istersiniz, sığmaz. Bir sıfata indirgersiniz, eksik kalır. Çünkü o, sadece meslekleriyle değil, varoluşuyla bir duruştu.

Senaristti, yönetmendi. “Beynelmilel” gibi bir filmle toplumun unuttuğu yerlerden ses verdi. Mizahı, militarizmin gölgesine sokmadan yapmayı bildi. Gerçeği anlatırken ajitasyona düşmedi. Sakin ama derin filmler yaptı. Zor konuları, sade ama güçlü bir dille anlattı. Bu yüzden kalıcı oldu.

Siyasete atıldığında da tavrını değiştirmedi. Meclis’e bir “temsilci” olarak değil, bir “anlatıcı” olarak girdi. Halkın duymaya alışık olmadığı bir dil getirdi siyasete. Mizahı elden bırakmadı, ciddiyeti unutmadan. Çözüm sürecinde rol aldı, risk aldı, karşılık beklemeden taşın altına elini koydu. Siyasetin biçiminden çok, içeriğiyle ilgilendi.

Bir sistemin, bir ideolojinin, bir grubun tamamen içine girmedi. Ucundan tuttu belki ama kendini kaybetmedi. Onun gibi insanların yokluğu sadece bir ismin eksilmesi değil; temsil ettikleri şeyin sessizleşmesidir. Şimdi o sessizlik biraz daha büyüdü.
Bu ülke onu bir sanatçı olarak tanıdı, bir siyasetçi olarak izledi, bir insan olarak sevdi.