Haziran, bizim edebiyat takvimimizde sıradan bir ay değildir. Ne zaman takvimler haziranı gösterse, bir yerlerden bir şiir eksilir gibi olur. Çünkü bu ay, sadece sıcaklarıyla değil, yokluklarıyla da yakar. Üç büyük isim,üç büyük yürek. Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmed Arif.

3 Haziran 1963 sabahı, Moskova’da bir çınar devrildi. Nazım Hikmet, sürgün yatağında öldü. Memleketinden uzakta, hasretin bile yorulduğu bir yalnızlıkta. Şiiriyle yeryüzünü sarsmış, her satırına devrim, sevda ve direniş yüklemişti. Nazım, sadece bir şair değildi; o, bir halkın yürüyüş biçimiydi. Onun “yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine” dizeleri hala meydanlarda, duvarlarda, dillerde. Ama o sabah, kalbi durdu ve aramızdan ayrıldı Nazım Hikmet.

Aynı gün, aynı yıl… Türkiye’de bir başka ses de sustu: Orhan Kemal. Kalemini çarkların, işçilerin, yoksulların arasına sokmuş bir yazardı o. Onun satırlarında tütün saran kadınlar, ranzada düş kuran çocuklar, gölgede terleyen adamlar vardı. Hayat vardı. Mütevazı bir ölümdü belki onunkisi, ama etkisi büyüktü. Çünkü Orhan Kemal’in gidişiyle, hayatın sıradanlığı da biraz eksildi edebiyattan.

Ve sonra Ahmed Arif. Onların ardından, yine bir haziran ayında, 2 Haziran 1991’de sessizce yürüdü aramızdan. Ama o gidiş, sessizliğin en gür haliydi. Çünkü Ahmed Arif, başka bir dildi. Onun şiirinde Anadolu konuşurdu. Dağlar, ovalar, ağıtlar, sevda ve isyan. Bir kadına yazılmış gibi duran mısralar, aslında bir memlekete söylenmişti. “Seni anlatabilsem seni / Yokluğun Cehennemin öbür adıdır” derken, bir sevgiliyi değil, belki de onca yıldır görmediği doğduğu toprakları özlüyordu.

O, “Anadoluyum ben / Tanıyor musun?” diye sorarken, biz bu sorunun cevabını hala veremiyoruz. Çünkü Ahmed Arif, tanıdıkça daha da büyüyen bir vicdandı. Şiiriyle sevdirdi, düşündürdü. O, şiiri bir “merhamet” biçimine çevirdi.

Haziran bizde yazın değil, vedanın ayıdır. Ama bu veda öyle kuru bir ayrılık değil. Bir şair öldüğünde, o memleketin sesinin bir kısmı da susar. Biz, haziranda üç kere sustuk. Nazım’ın mavi hüznüyle, Orhan Kemal’in işçi öyküleriyle, Ahmed Arif’in sarp kayalıklardan yankılanan sesiyle.

Üç adam… Üç hikaye… Üç farklı coğrafya, aynı özlem: memleket, halk, adalet. Hepsinin şiirinde kavga vardı, ama en çok da sevda vardı. Bir kadına, bir insana, bir vatana. Ve her biri haziranda sustu.

Şimdi her haziran geldiğinde, gökyüzüne üç isim yazılır sessizce. Ve biz, kafamızı kaldırıp bakarız.
Gökyüzü bile daha boş gibidir o vakit. Çünkü şiirin gölgesi bile eksiktir artık.
Ama yine de Ahmed Arif’in dediği gibi:
"Bir umudum sen ol, bir de güneşli ellerin…"
Biz de bu haziranda, elimizi göğe uzatırız. Belki şiir oradadır hala.