Konuşmak, insanın kendini ifade etme yollarından sadece biridir. Oysa çoğu zaman susmak da en az konuşmak kadar güçlü bir iletişim biçimidir. Sessizlik, bazen onay, bazen red, bazen de derin bir duygunun yansıması olabilir. Bu nedenle suskunluk, iletişimsizlik değil; aksine çok katmanlı bir anlatım biçimidir.
Toplum olarak konuşanı dinlemeye, anlatanı anlamaya odaklanmışız. Fakat çoğu zaman sessiz kalanlara kulak vermeyi ihmal ediyoruz. Oysa sessiz kalan biri, belki içinden geçenleri kelimelere dökemediği için susuyordur. Belki de kelimeler, hissettiklerini anlatmaya yetmediği için. Ve bazen de en büyük kırgınlık, en derin hayal kırıklığı sessizlikle kendini gösterir.
Bir tartışmanın ortasında, karşımızdaki kişi aniden sessizleştiğinde bunu "umursamamak" ya da "pes etmek" olarak yorumlayabiliriz. Ama ya o kişi, kelimelerin artık bir anlam taşımadığına inanıyorsa? Ya duygularını anlatacak bir karşılık bulamıyorsa? Sessizlik, çoğu zaman anlaşılmayı bekleyen bir çığlıktır.
Özellikle yakın ilişkilerde, suskunluk tehlikeli bir sinyaldir. İnsan, ancak değer verdiği ilişkilerde konuşmak için çabalar. Fakat sürekli yanlış anlaşılıyorsa, söyledikleri karşılık bulmuyorsa, bir noktadan sonra susmayı seçebilir. Bu noktada, "Neden sustu?" diye sormak yerine "Ne oldu da artık konuşmuyor?" diye sormak gerekir.
Sessizliğe kulak vermek, sadece duyduklarımıza değil, duymadıklarımıza da dikkat etmeyi gerektirir. Bazen bir bakış, bir duruş, bir uzaklaşma; binlerce kelimeden daha çok şey anlatır. Ve işin garibi, çoğu zaman en kalıcı mesajlar, hiç söylenmeyenlerde saklıdır.
Sonuç olarak, suskunluğu küçümsememeli, görmezden gelmemeliyiz. Çünkü sessizlik, sadece bir boşluk değil; anlamlarla, duygularla dolu bir alandır. Bize düşen ise bu dili öğrenmek, anlamaya çalışmak ve sessizliği de tıpkı kelimeler kadar ciddiye almaktır.