Tarih önümüzdeki süreci Gazze’den önce Gazze’den sonra olarak dönemsel bir döngüyle ayıracak. Tüm dünyaya televizyon ekranlarından canlı yayın misali izletilen, Gazze soykırımı dünyadaki siyasal fayların kırıldığı, binlerce yıldır yaratılan tüm değerlerin ayaklar altına alındığı, tüm uluslararası kuralların ve hukukun ihlal edildiği, safların netleştiği bir mihenk taşı oldu.

20. yüzyılın başından beri hak, hukuk, medeniyet, insan hakları sembolü olduğunu dünyaya kabul ettiren, kendileri dışındaki tüm devletleri ve toplumları bu konuda sorgulayan, yargılayan ve hatta kibirle not verme pervasızlığı havasında olan batı dünyası olarak adlandırılan AB ve ABD’nin bu konumunun bir yanılsama, bir göz boyaması (illüzyon) olduğunu ortaya koydu. 

Gazze soykırımının başlamasıyla birlikte, on bin yıl olarak adlandırılan bu medeniyetin edindiği en temel değerler bile yok sayılarak ayaklar altına alındı. Başta BM olmak üzere tüm uluslararası kurumların etkinliği ve saygınlığı yok sayıldı ve ayaklar altına alındı. 

İkinci dünya savaşının kurgulayıcılarının bir garnizon devlet olarak kurdurduğu İsrail devletinin politikacılarının 78 yıldır Filistinlilere yönelik devam eden onlarca katliamı, saldırıları, gaspları, ırkçı baskıları vb. insanlık dışı uygulamaları yok sayılarak, Hamas’ın bir karşı saldırısında ölen ve esir alınan İsrailliler temel baz alınarak yapılan %80’ni kadın, bebek ve çocuklardan oluşan 36’000 kişinin katledilerek yapılan saldırılar hala “İsrail’in kendini koruma hakkı var” yaftası altında aymazca dillendirilmesi bile siyasal ahlaksızlıktır. Dünya siyaseti ne yazık ki bu ahlaksız seviyeye düşürüldü. 

BM genel sekreterinin ateşkes için yaptığı tüm çağrılar yok sayılıyor, Uluslararası Ceza Mahkemesinin girişimleri tehditlerle durdurulmaya etki altında tutulmaya çalışılıyor.  

Bu pervasız ahlaksız kuralsızlığa karşı duruş gösteren onurlu siyasetçiler itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor, tehdit ediliyor. 

Üniversitelerde duyarlılıkla soykırımın durdurulması ve ateşkes sağlanması amacıyla yapılan barışçı protestolar ve oturma eylemlerine faşist, ırkçı baskıcı diktatörce bir zihniyetle üniversite öğrencileri ve akademisyenler orantısız güç kullanılarak yerde sürüklenerek, kelepçelenerek tutuklanıyor, ırkçı gruplar örgütlenerek saldırtılıyor. 

Meclislerinden anayasalarına hatta yaşamın gerçeklerine aykırı Nazi almayasını aratacak Hitleri şaşırtacak ırkçı yasaları jet hızıyla çıkartıyorlar. Örneğin açık faşizme jet hızıyla yol alan ABD meclisi “Hz. İsa’yı Yahudiler öldürdü” demenin suç sayıldığı yasayı onayladı. Oysa Hristiyanların kutsal kitabı İncil’de bu cümle yer almaktadır. Bu yasa senatoda yasalaşırsa ABD’de yaşayan ve İncil’e inanıp okuyan tüm Hristiyanlar anti-semitiklikle suçlanıp tutuklanabilecek. 

ABD temsilciler meclisinden geçirilen bu yasada bulunan maddelerin tümü akla ziyan bu yasalar sonucunda üniversiteler, STK’lar, politikacılar aslında tüm toplum baskı altına alınarak açık faşist diktatörlük rejimi kurulmaya çalışılıyor. 

Bu cinnet sadece ABD’de mi yaşanıyor? Ne yazık ki hayır AB’nde de anti-semitizm kisvesi altında birçok ırkçı karar alındı, yasalar çıkarıldı uygulamaya koyuldu. Bu akli evvellere bir Semit olarak hatırlatmak isterim ki, Hz. Nuh’un oğlu Sam’ın çocukları olarak adlandırılan Samiler sadece İbranilerden müteşekkil değildir. Araplar, Süryaniler ve Keldaniler de Samidir ve Semittirler. 

Semit olanı anti-semitizimle suçlamak saçmalıktan öte bir anlam ifade etmiyor. Hele hele İsrailli politikacıların soykırımcı Siyonist uygulamalarına karşı çıkmayı anti-semitizm olarak adlandırırsanız İsrail’deki Yahudi İsrailli protestocuları, ABD üniversitelerine katılan Yahudi öğrencileri, protestolara katılan Hahamları nasıl adlandıracaksınız. Onlarda mı anti semitist? 

Bu anlayış tam anlamıyla siyasal bir CİNNETTİR! 

Bu yasaları çıkartan bir meclis açık faşist bir meclistir. Rejim de açık faşist bir rejimdir. 

Tarihte Moğollar ve Vikingler dışında nadiren başka topluluklar savaşlarda tapınak ve hasta hanelere saldırmışlardır. Bu yerler ve daha sonraları sivil olarak ifade edilen okullar ve benzeri alanlar savaş alanı dışında tutulmaya çalışılmıştır. Bu tür uygulamalar her dönemde yeni düzenlemelere tabi tutulmaya, genişletilmeye çalışılarak medeni olmanın kıstasları haline getirilmeye çalışılmıştır. 

19 yy itibaren savaşlarda dahi şehirlerin abluka altına alınarak aç, susuz, ilaçsız yani temel ihtiyaçlardan yoksun bırakılması savaş suçu kapsamına alınmaya başlamıştır. 

Kendilerini 19.cu yüzyıldan itibaren medeniyetin temsilcileri olarak adlandıran tüm ülkelerin siyasetçilerine soruyorum; Gazze soykırımına destek vererek ortaçağ politikalarından daha geriye düşmüyor musunuz? 

Halkı manipülasyonlarla kandıracağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz, halklarınız her şeyin farkında ve sizi üniversitelerde, sokaklarda, tapınaklarda hayatın her alanında protesto ediyorlar.

Bu aymaz, utanmaz soykırım destekçisi politikacılara hatırlatmak istiyorum; halklarınızdan kopuyorsunuz. Halka karşı politika yapmaya çalışıyorsunuz, Sokrat’ın deyimiyle halktan korkan diktatörler haline geleceksiniz ve HALK SİZİ DEVİRECEK!

Bir gözlemimi paylaşmak istiyorum, Tüm dünya da insani duygulara sahip her kesim, Türkiye, Güney Afrika, İspanya, Brezilya, Venezüella, İtalya vb. ülkelerin onurlu duruşunu takdirle karşılıyor. Bu onurlu duruşu gösteren ülkelerin diğer ülkelere örnek olmasını diliyorum.